Prof. Dr. Ahmet İNAM
1947 Sandıklı doğumlu. 1971'de ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümünü bitirdi. 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne doktora öğrencisi olarak girdi. Bu yıldan itibaren, doktora tezini verinceye dek, aynı fakültede Latince ve Eski Yunanca derslerini izledi. 1980 yılında, yardımcı dalı Eski Yunan Edebiyatı, Ana dalı Sistematik Felsefe ve Mantık olmak üzere, doktora sınavlarını pekiyi derece ile verdi. Doktora tezi: "Edmund Husserl'de Mantığın Yeri".
29.9.1980'de Beşeri Bilimler Bölümüne asistan olarak girdi. Aynı bölümde sırasıyla, 5.11.1980'de öğretim görevlisi, 15.7.1981'de yardımcı doçent ve 21.10.1983'de Sistematik Felsefe ve Mantık Ana Bilim Dalında doçent oldu. Nisan 1989'da profesörlüğe atandı. 16 Mayıs 1994-5 Haziran 2000 tarihleri arasında Felsefe Bölüm Başkanlığı yapmıştır.
1987-1992 yılları arasında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinde Lisans ve Yüksek Lisans dersleri, 1982-1991 yılları arasında Ankara Üniversitesi D.T.C.F., Felsefe bölümünde dersler ve 1992-1993 yılları arasında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler'de doktora dersleri vermiştir. 1995-1998 yılları arasında Gazi Üniversitesi'nde dersler vermiştir.
Haziran 2003 tarihinde başladığı ODTÜ Felsefe Bölüm Başkanlığı görevini halen sürdürmektedir.
Devamını oku...

BATI’YA YÖN VEREN METİNLER HAKKINDA
Alev Alatlı
On Altıncı yüzyılın son çeyreğinden itibaren alınan yenilgiler, kaybedilen topraklar, başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, Müslüman ülkelerin aydınlarını Batı karşısında içine düştükleri güçsüzlükten kurtulmaya yönelik arayışlara sevkeder. Bu çerçevede geliştirilen muhtelif tezlerin önde geleni, sorunun bizzat İslâm dininin vazettiği temel değerler ile Peygamber ve sahabelerin uygulamalarından kaynaklandığı şeklindedir. Buna göre, İslam dünyasının Batılı devletlere yenik düşmesinin başlıca nedeni, kapitalizmin gelişmesi için gerekli olan risk üstlenebilen işadamı tipolojisini üretebilecek kültürel altyapının gelişmemiş olmasıdır.
Ernest Renan ve Lord Cromer gibi ilk dönem oryantalistlere ve “Batılılaştırmacı” aydınlara göre, bilim, felsefe ve teknolojide Müslüman toplumların geri kalmışlığının başlıca nedeni, İslam dininin özgür araştırmaya karşı ve engelleyici olmasıdır. Bu söyleme göre, Müslümanlar başından itibaren bilime ve felsefeye karşı düşmanca bir tavır sergilemişlerdir. Yer yer gözlemlenen gelişmeler, münferit vakalar olup eski Yunan ve Pers kültürlerinin bu toplumlardaki yankılarından ibarettir.
Devamını oku...
Tarih: 18 Haziran 2011 Yer: Türkiye Yazarlar Birliği, Sümer Sokak Ankara
Türk edebiyatının unutulmayan usta kalemlerinden Peyami Safa, 15 Haziran 1961 tarihinde hayata veda etti. Peyami Safa aramızdan ayrılalı yarım asır oldu.
Peyami Safa kimdir?
İki yaşında yetim kalarak “Yetim-i Safa” lakabını alan, çocukluk dönemini yakalandığı kemik hastalığından dolayı hastane köşelerinde geçiren Peyami Safa yaşadığı bütün zorluklara rağmen edebiyattan kopmamış hatta yaşadığı olumsuzlukları eserlerinde ustaca işlemiştir.
Hastalıkları çalışmalarına ayrı bir ruh katmıştır. Edebi eserler dışında ömrünün sonuna kadar çeşitli gazetelerde (Son Telgraf, Tasvir-i Efkar, Cumhuriyet, Milliyet, Son Havadis) de fıkra ve makaleleri yayınlanan Safa’nın Türk muhafazakarlığı ve Türk milliyetçiliği düşüncelerine de kattığı değerler hala önemini korumaktadır.
TYB’nin düzenleyeceği etkinliğin konuğu Nevzat Kösoğlu olacak. Araştımacı-Yazar Nevzat Kösoğlu, “Türk Düşünce Hayatında Peyami Safa” konulu konuşması ile Peyami Safa’yı anlatacak.
18 Haziran 2011 Cumartesi günü Saat 13;30’da, Ankara Kızılay Sümer 1 Sokak Numara 11'deki programın en önemli özelliği ise Peyami Safa hakkında hazırlanan bir belgeselin de gösterilecek olması.

Dünyayı yeniden büyülemeye dair romantik stratejiler arasında mite başvurunun özel bir yeri vardır. Çeşitli geleneklerin sihirli kavşağında, mit, tükenmez bir semboller ve alegoriler, fanteziler ve iblisler, tanrılar ve yılanlar haznesi sunar. Bu tehlikeli defineden beslenmenin çeşitli biçimleri vardır: eski mitlere şiirsel veya edebi atıflarda bulunmak, mitolojiyi “bilimsel” açıdan incelemek, ve yeni bir mit yaratmaya girişmek. Bu üç durumda da, mitin dinî özünden bir şeyler yitirmesi, onu, dünyayı yeniden büyülemenin dünyevi bir aracı, ya da daha doğrusu kutsal olana kavuşmanın dinî olmayan bir yolu haline getirir.
Mitlerin Alman faşizmi tarafından tehlikeli bir biçimde yolundan saptırılması, ulusal ve ırksal simgelere dönüştürülerek manipüle edilmesi, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından mitolojinin gözden düşmesine büyük oranda katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte, Ernst Bloch* gibi kimi antifaşist Alman entelektüelleri, miti –“geleceğin ütopik ışığıyla” aydınlatıldığı taktirde– Nazilerin kirli ellerinden kurtarmanın mümkünâtına inanıyorlardı (Frank, 1982).
Önceleri, ilk romantizm döneminde, bu ütopik ışık varlığını yoğun biçimde hissettiriyordu; 19. yüzyılın şafağında Friedrich Schlegel tarafından yaratılan “yeni mit”i, içinden aydınlatan gizli bir lamba gibiydi. Karşılaştırıldığında, bu yüce kaynak ile Üçüncü Reich’ın peydahladığı o karanlık mitolojik taklitler arasındaki karşıtlık göz çarpar.
Devamını oku...
'Tanzimat'tan Cumhuriyet'e devreden felsefe mirasımızı, sürece doğrudan müdahil kurucu aktörlerin arayışlarına tanıklık eden felsefî metinlerle gündeme getirmeyi amaçl[ayan]' Osmanlı Felsefe Çalışmaları Dizisi'nden yeni kitaplar yayımlandı. Çizgi Kitabevi, 'Osmanlı Felsefe Çalışmaları' dizisini şöyle tanıtıyor: '[Bu dizi] ülkemizde giderek daha güçlü bir biçimde köklerini arayan felsefenin tarihsel kaynaklarına yönelik ilgi ve arayışlara önemli bir katkı sağlıyor.'
Bunun gerçekten canalıcı bir tespit olduğunu düşünüyorum. Osmanlı'da felsefî düşüncenin olmadığı konusundaki yerli oryantalist tavırlar dolayısıyla, Türk entelijansiyası neredeyse Osmanlı'da düşünme pratiği diye bir şeyden söz edilemeyeceğine karar vermişti: 'Osmanlı'da düşünce hayatı yoktur!' Tıpkı Divan şiiri gibi, Osmanlı entelektüel mirasını değersizleştiren ya da göz ardı eden bu ideolojik dayatmanın karşısına, Çizgi Kitabevi'nin bu dizisi, Tanzimat sonrası Osmanlı'nın felsefî müktesebatıyla çıkıyor. Bugüne kadar yayımlanan kitaplar, bu müktesebat konusunda yeterince açıklayıcıdır: Ahmed Midhat Efendi'nin 'İktisad Metinleri', Descartes'tan 'Usul Hakkında Nutuk' [Çeviren: İbrahim Edhem Mesud], Rıza Tevfik'in 'Bergson Hakkında'sı, Ziya Gökalp'in 'Felsefe Dersleri', Mehmed Emin Erişirgil'in 'Descartes ve Kartezyenler'i, Fatma Aliye Hanım'ın 'Terâcim-i Ahvâl-i Felasife'si, Abdullah Cevdet'in 'Fünûn ve Felsefe ve Felsefe Sânihâları', Zekeriya Kadri'nin 'Wilhelm Leibniz'i, Rıza Tevfik'in 'Darülfünûn Felsefe Ders Notları' [Geçerken belirteyim: Büyük yazar, düşünür, müzisyen ve sinemacı sayın Zülfü Livaneli, Rıza Tevfik'in 'sakallarından dolayı filozof sayıldığını' iddia etmişti!], Fatma Aliye Hanım'ın 'Tedkik-i Ecsâm'ı, Halil Nimetullah'ın [Öztürk] 'Dârülfünûn'da Felsefe Dersleri', İbn Miskeveyh, Ali Suavi ve Manastırlı Mehmed Rifat'ın metinlerinden oluşan 'Kebetos Pinaks: İnsan Yaşamının Tablosu', Hoca Tahsin'in 'Târih-i Tekvîn yahud Hilkat'i ve Beşir Fuad'ın 'Voltaire'i...
Devamını oku...

Assos’ta Felsefe
5 Şubat 2011
David Hume'un Doğumunun 300. Yılı Vesilesiyle: Hume'da Tanrı, Din ve Ahlak
5 Şubat Cumartesi
13:00 Örsan K. Öymen: "Tanrı ve Din Bağlamında Hume'un Bilinemezciliği"
14:30 Mete Tunçay: "Hume'un Din Yorumu"
16:00 Oruç Aruoba: " 'İnsan Doğasının Bilimi' 'Epistemoloji' midir?"
17:30 Halil Turan: "Dünyevi Bir Etiğin Olanağı"
19:00 Nazlıhan Otel'de Akşam Yemeği
22:30 Uzun Ev Cafe Bar'da Parti
Devamını oku...
ÖZGÜRLÜĞÜN ÇARPINTISI Rasim Ozan Kütahyalı
Daha evvel birkaç yazıda büyük filozof ve fikirler tarihçisi Isaiah Berlin’den bahsetmiştim... Bu sene Berlin’in 100. doğum yılı. Britanya başta olmak üzere birçok ülkede Berlin çeşitli etkinliklerle ve eserlerle anılıyor...
20. yüzyılın entelektüel tarihinde benimsedikleri fikirlerden bağımsız olarak niteliği ve derinliği tartışılmayan, en karşıt görüşte olanların bile derinliği üzerinde ittifak ettiği bazı düşünürler vardır. Bazılarının ise –ki çağdaş Fransız düşünürlerinin çoğunluğu böyledir- niteliği ve derinliği tartışmalıdır... İşte Isaiah Berlin derinliği ve niteliği tartışılmayan mütefekkirlerden biri. Liberal-demokrat bir siyaset filozofu ama öncü olduğu, fikirler tarihi alanındaki çalışmalarında çoğunlukla kendi dünya görüşüne zıt birçok filozof üzerine çalışmış ve o isimlerin dehasından da istifade etmiş, karşıt olduğu isimlere her zaman hakkını vermiş biri. O, düşünürlerin, yandaşlarının gözden kaçırdığı bir sürü önemli yanını açığa çıkarmış bir isim aynı zamanda... Against the Current adlı başyapıtı tam da böyle makalelerinden oluşan bir kitap...
Devamını oku...
Isaiah Berlin İle Söyleşi BRYAN MAGEE
MAGEE- Bu açış konuşmasında bir giriş olarak bazı temel sorunları ele almayı öneriyorum. Herhangi bir kimse felsefeye neden ilgi duysun? Felsefe niçin önemlidir? Felsefe tam nedir? Bu soruları tartışmak için buraya davet ettiğim Sir Isaiah Berlin uluslararası üne sahip, Karl Marx’ın biyografisinin yazarı ve özellikle düşün tarihi alanındaki bilgisiyle tanınmış bir filozof.
TARTIŞMA
MAGEE- Kendi isteğiyle veya eğitim yoluyla felsefeye ilgi duymamış bir kimseye, felsefeye ilgi göstermesi için ne gibi nedenler öne sürülebilir?
BERLIN- Herşeyden önce felsefi sorular kendinden ilginç sorular. Çoğu kez de bu sorular, birçok normal inançların temelinde yatan varsayımlarla ilgili. İnsanlar varsayımlarının fazla irdelenmesini pek istemezler –inançların temelini anlamaya itildikleri zaman kendilerini rahatsız hissetmeye başlıyorlar- fakat, gerçekte sağduyuya dayanana bir çok inançların temel varsayımları felsefi çözümlemenin alanına girer. Bu temel varsayımlar eleştirel bir gözle irdelendiklerinde bazen ilk görünüşlerinden çok az daha sağlam, anlam ve uzantıları ise oldukça bulanık olarak karşımıza çıkarlar. Bu soruları inceleyerek filozoflar insanların kendi haklarında bilgi edinmelerini sağlarlar.
MAGEE- Hepimiz bir noktadan sonra, temel var göstermeye başlıyoruz. Bu neden böyle?
BERLIN- İnsanlar fazla irdelenmekten hoşlanmıyorlar –dayandıkları temellerin ortaya çıkarılmasından ve yakından incelenmesinden rahatsız oluyorlar- kısmen de insanın etkinlik gereksinimi bu tür sorgulamayı kulakardı etmeyi gerektiriyor. Eğer belirli bir yaşam biçimini benimsemişseniz, durmadan “Niçin bunu böyle yaşıyorsunuz, benimsediğiniz amaçların doğru amaçlar olduğundan emin misiniz? Yaptığınız şeylerin inandığınızı söylediğiniz ahlak kural, ilke ve ülkülerine ters düşmediğinden emin misiniz? Benimsediğiniz bazı değerlerin çelişkili olduğunu kabul etmekten çekinmediğinizden emin misiniz? İkircilikli bir durumla karşılaştığınızda, bazen bu durumu olduğu gibi görmekten çekindiğiniz için, durumu görmezlikten gelip, sorumluluğu devlete, kiliseye, sınıf ilişkilerine veya üyesi olduğunuz kuruluşa, basit ve temiz insanların genel ahlak anlayışına yüklediğiniz olmaz mı?” gibi soruların sorulması insanları sinirlendirip kızdırır, kendilerine güvenlerini yitirmelerine neden olur ve doğal olarak bu gibi sorulara karşı bir karşı koyma eğilimi yaratır.Platon Sokrates’e "sorgulanmayan bir yaşamın yaşamaya değer olmadığını" söyletmiştir. Fakat eğer toplumda herkes durmadan inançların dayanaklarını irdeleyen kuşkulu aydınlar olmaya başlarsa, bir şeyler yapma olanağını yitirirler. Ama, bu tür öndayanaklar sorgulanmazsa da, bu kere toplum kemikleşir, inançlar dogmatikleşir ve düşün yavaşlaşır. Rahat, sorgulanmayan bir dogma sedirine uzandıklarında, toplumlar uykuya dalabilirler. İmgelemin gelişmesi, aklın çalışması, düşün yaşamının gerilememesi ve doğrunun (veya adaletin ya da kendini gerçekleştirmenin) peşinden gitmenin durmaması, varsayımların sorgulanmasına, öndayanakların –hiç olmazsa yeterli derecede- irdelenmesine bağlıdır. İnsanlar ve düşünceler, babaya başkaldırarak, babayı yoketmeseler bile –babanın inançlarına başkaldırarak ve yeni inançlar geliştirerek ilerlerler. Gelişme ve ilerleme buna bağlıdır. Bu süreç içinde rahatsız edici soruları soranlar ve cevaplarını derin bir şekilde merak edenler en önemli rolü oynamış olurlar. Genellikle, her toplumda böyle kişilerin sayısı çok azdır. Bu tür etkinliği sistematik olarak ve eleştiriye açık ussal bir yöntemle yürütenlere filozof denir.
Devamını oku...
|
|