"Maya Anadolu’ya Türkistan’dan Gelen Kelamdır." Prof. Dr. Yalçın Koç
‘Anadolu mayası’ kavramlaştırması ile neyi kastediyorsunuz?
İnsan, insanlığını maya ile bilir. Maya olmadan insandan bahsedemeyiz. İnsanın kendini bilmesinden de bahsedemeyiz. Maya, esastır, özdür. Mayasını, aslını esasını bilen, gönlüne gelen, gönlüne çalınan kelamı bilen kendini bilir. Kendini bilmenin insan olmanın esası mayadır. Anadolu maya demek öz demek. Maya ile kastettiğimiz burada metafordur. Maya ile kastedilen Anadolu’ya Türkistan’dan gelen kelamdır. Bu kelam Anadolu’yu mayalamıştır. Bununla kastettiğimiz de insandır. Bu kelam olmadan beşerden insan olarak bahsedemeyiz. Anadolu’nun esası özü bu mayadır. Mayadır ne yapar. Nasıl yoğurt yaparız. Mesela yoğurdun bir mayası vardır. Sütü uygun koşullarda ısıtır ve maya çalarız. Maya çalındığı şeyi, sütü dönüştürür neye, yoğurda dönüştürür. Yani çalınan şeyin kimliğini değiştirir. Kimlik nasıl değişir. Özünü değiştirir. Özünü değiştirmek yoluyla değiştirdiği şeye birlik verir. O birlik itibariyle mayalanmış şey, dönüşmüş bir şeydir. Esası özü de o dönüşmüş şeyin ona çalınan mayadır.
Devamını oku...
Bugün geçerli olabilecek her türden marksizmin niteliksel ihtiyaçları, coşkunluk, radikal anti-stalinizm ve medyanın filtrelediği bürokratlaşmış resmî politikanın kabuğu altında gelişen moleküler isyanları görecek keskin bir çift gözdür. “Otonomcu” marksizm bu niteliklere sahip ya da en azından sahipmiş gibi görünüyor.
Otonomcu marksizm, altmışlarda “işçici”, 1973 sonrası “otonomcu” olarak anılan solcu İtalyan akımlardan doğdu. İtalyan KP’si, diğer gelişmiş kapitalist ülkelerdeki KP’lerin en güçlüsüydü. Altmışların sonunda ve yetmişlerde İtalya şiddetli mücadelelere ve güçlü sol faaliyetlere tanık oldu. O dönem güçsüz olan troçkistlerin önemli bir bölümü, 1968’de yaşanan ayrışmanın ardından, maoizmin çeşitli varyantlarına iltihak etti. “Otonomculuk” bu mayanın ürünü.
Örgütlü bir akım olarak otonomculuk 1979 sonrası marjinalleşti. Antoni Negri ve diğer otonomcu yazarlar, özellikle ABD’dekiler yazmaya devam ettiler. Negri’nin Michael Hardt ile birlikte kaleme aldığı İmparatorluk kitabı çok büyük bir satış rakamına ulaştı. Otonomcu marksizm, bugünlerde farklı bir dizi politikayı içererek yoluna devam ediyor.
Bana kalırsa otonomcu marksizmin üç ana teması bugün için oldukça kıymetli. Ancak otonomcular bana göre bu üç temayı da onları mistifiye ederek geliştiriyorlar. Sosyal Forum’ların geliştirilmesi aracılığıyla bugün otonomcu marksistlerle yapılacak tartışma ve kurulacak diyalog bu temaların açıklığa kavuşmasına katkı sunacaktır.
Devamını oku...
Fredric Jameson 1934 yılında Cleveland, Ohio'da doğdu. Marxist edebiyat kuramcısı, edebiyat eleştirmeni ve teorisyeni.
Jameson, Münih'de ve Berlin'de okudu. Yale Üniversitesinde, Jean-Paul Sartre üzerine doktorasını yaptı.
Jameson'ın, toplumsal ve tarihsel Bütünlük ("Bütünsellik") temelli Yeni-Marxizmi, Marksist politik ve teorik düşünce içinde, Hegel'in içkin eleştiri (Immanennte Kritik) kavramının etkisinde ortaya konulmuştur. Bunun yanı sıra, Georg Lukács'ın, Ernst Bloch'un, Theodor Adorno'nun, Walter Benjamin'in, Herbert Marcuse'un ve Sartre'ın belirgin bir etkisi vardır. Jameson, 20. yüzyılın sonundaki koşulların tanımlanması olarak postmodernizmin çok tanınmış teorisyenlerinden biridir, ancak hiçbir surette bir postmodern teorisyen değildir. Onun çalışmaları daha çok postmodern düşüncenin yadsınmasına yöneliktir.
1950'li yıllarda Amerika'da o zamana kadar çok tanınmayan Batı marksizminin dogmatik olmayan bir yorumunun tanınmasını sağladı. Böylece, ABD'de Yeni Sol'un gelişmesine katkıda bulundu.
Jameson; "Marksizm ve Biçim" (Marxism and Form), Postmodernizm: Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı" (Postmodernism: The Cultural Logic of Late Capitalism) gibi kitaplarıyla bilinmektedir. Jameson, bir Marksist olarak geç dönem kapitalizm koşullarında Marksizmi eleştirel olarak yeniden kullanıma sokmaya yönelmiştir. Politika, Kültür ve Edebiyat üzerine kitapları yayınlamıştır. 2004 yılında ayrıca, almancada "Modernitenin Mitleri" adlı çalışması yayınlandı.
Devamını oku...
Pierre-Felix Bourdieu (1 Ağustos 1930) - (23 Ocak 2002), Fransız sosyolog.
II. Dünya Savaşı sonrasının en yaratıcı ve en verimli araştırmacılarından olan Bourdieu günümüz sosyoljisinin temel kuramcılarından biridir. Orta öğrenimini Paris’in ünlü Louis Le Grand lisesinde tamamladıktan sonra École Normale Supérieure’de felsefe eğitimi gördü. Askerliğini yapmak üzere gittiği Cezayir’de Fransız sömürgeciliğini yakından tanıma fırsatı bulan düşünür, bu deneyiminin de etkisiyle felsefi yaklaşımını sosyolojik ve antropolojik açılımlarla pekiştirdi. 1959 ve 1962 yıllarında Sorbonne’da felsefe dersleri verdikten sonra, École des Hautes Études en Sciences Sociales’in müdürlüğüne getirildi; ayrıca Avrupa Sosyolojisi’nin de yöneticiliğinde bulundu. 1982’de, Collège de France’ta, kendisini akademiye kazandıran Raymond Aron'un ölümü sonrası sosyoloji kürsüsüne seçilen Bourdieu, aynı dönemde Actes de la Recherche en Sciences Sociales dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Eğitimden başlayarak çeşitli kültürel alanlardaki üretim, yeniden üretim, ayrışım mekanizmalarını inceleyen ve pek çok önemli çalışması bulunmaktadır. Avrupa Sosyoloji Merkezi'nin kurucusudur.
Yirmibirinci yüzyıl sosyolojisine miras kalacak en sistematik ve kapsamlı epistemolojik girişimin sahibidir. Farklı dönemde yaptığı çalışmaları esasen sosyolojisinin iki temel sorunu olan yeniden-üretim ve alan sorununun kapsamını derinleştirdiği çalışmalar olarak okunabilir. Ürettiği ekolün en ciddi temsilcisi öğrencisi Loic J. D. Wacquant'tır. Epistemolojik konumu doğurgan yapısalcılıktır. Bu yaklaşımın Anglo-Sakson dünyadaki bir benzeri eleştirel realizmdir.
Başlıca eserleri
La Distinction (1979), Le Sens Pratique (1980), Questions de Sociologie (1980), Homo Acedemieus (1984), Choses Dites (1987), Raisons Pratiques (1994), Sur la Télévison (1996), Les Régles de L’art (1998) YKY, 1999, Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar, İletişim (2003), Karşı Ateşler, YKY (2006)
Ferdinand de Saussure (26 Kasım 1857 – 22 Şubat 1913) Cenevre doğumlu İsviçreli 20. yüzyılda dilbilimde kayda değer gelişiminin birçoğu için fikirleriyle temel hazırlamış dilbilimci. Genellikle 20. yüzyılın dilbiliminin ‘babası’ olarak kabul edilmektedir.
Hayatı
1857'de Cenevre'de, Sigmund Freud'dan bir yıl sonra, Emile Durkheim'dan ise bir yıl önce doğan Saussure, tanınmış bir doğabilimcinin oğluydu. Ailenin doğabilimleri konusunda güçlü bir başarı geleneği vardı. Saussure'ü erken yaşlarda dilbilimi çalışmalarına bir filolog ve aile dostu, Adolphe Pictet yöneltti. On beşinde, Fransızca, Almanca, İngilizce ve Latince dillerine Yunancayı da ekledikten sonra, Saussure genel bir dil dizgesi oluşturmaya çalıştı. Ve Pictet için, tüm dillerin kökünde iki ya da üç temel ünsüzden oluşan bir dizgenin olduğunu öne süren 'Diller Üstüne Deneme'yi yazdı. Pictet bu gencecik çabanın aşırı indirgemeci özelliğine gülümsemekten kendini alamamış olabilir ama daha okuldayken Sanskrit öğrenmeye başlayan, himayesi altındaki bu öğrencinin cesaretini kırmadı.
1875'te Saussure, Cenevre Üniversitesi'ne girdi. Aile geleneğini izleyerek fizik ve kimya öğrencisi olarak kayıt yaptırmakla birlikte Yunan ve Latin dil bilgisi derslerine girmeyi sürdürdü. Bu deneyim onu, mesleğinin dil incelemesi konusunda olacağına inandırdı. Çünkü yalnızca profesyonel bir dil derneğine, Paris Dil Bilimi Derneği'ne katılmakla kalmayıp Cenevre'de ilk yılının büyük ölçüde boşa gittiğini düşünerek onu Hint-Avrupa dillerini incelemek için Leipzig Üniversitesi'ne yollamalarının gerekliliğine ana babasını inandırdı.
Devamını oku...
Japon düşünür, edebiyat eleştirmeni ve felsefeci Kojin Karatani, “Metafor Olarak Mimari: Dil, Sayı, Para” adlı kitabıyla, yapısöküm düşüncesinin sınırlarını; bu düşünceyi matematiğe, Marksizme, felsefeye ve mimariye taşıyarak genişletiyor.
Yapısöküm mantığını farklı düşünsel alanlara taşıyan Karatani, metafor kuramcılarının üzerinde önemle durdukları bir mantıktan yola çıkıyor aslında: Zoltan Kövecses’in “Metaphor: A Practical Introduction” adlı kitabındaki bir düşünce bu mantığın özet bir ifadesi olarak düşünülebilir: “Kuramlar binalardır.” Kuramların “yapı” ve türevlerine ilişkin metaforlarla dile getirilmesi, her “kuramın” kendi iç tutarlılığını kuran bir inşâ edilmişliği içinde barındırmasından kaynaklanmaktadır. Bu inşâ edilmişlik durumu ise, her inşânın kendi iç tutarlılığı gereği, bazı uyumsuz unsurların ayıklanması, dışlanması mantığını da beraberinde getirecektir.
Karatani, mimariyi bir metafor olarak ele alırken öncelikle Platon’dan çıkıyor yola; ve Platon’un “idea” düşüncesiyle bir metafor olarak mimariye karşı hayranlık, bir insan olarak mimara karşı ise hoşgörü duyduğunu dile getiriyor: Durum tıpkı Platon’un şairleri Devlet’inden dışlaması gibidir; çünkü Karatani’ye göre somut bir varlık olarak mimar, her türlü olumsallığa açık olmak zorundadır. Mimarın daima somut durumlarla yüzleşmek zorunda kalması, tasarlanan yapı ile yapılan yapı arasındaki uzlaşmaz gediğin mantığını da oluşturacaktır. Başka deyişle somut bir mimar “öteki”yle ilişki içinde olmak, bu ilişkinin getirdiği tavizlerle yaşamak zorunda kalandır; ve bu somut ilişkiler ideal tasarım düşüncesine aykırı sonuçlar üretebilir.
Devamını oku...
Etiksiz Ekonomi Politikası Kördür - Ekonomik Kaygı Gözetmeyen Bir Etik Müdahale ise Boş
Ahmet Öz - Kojin Karatani
Ahmet Öz: İçinden geçtiğimiz küresel mali krizi de referans alarak soruyorum, Transkritik’in pratik siyasi konumunu, yani Kant’la Marx arasında bir köprü kurma ya da sizin deyiminizle “Kantçı eleştiri ve Marksçı eleştirinin birbirleriyle ilişkilendikleri bir mekân (uzam) yaratma” düşüncesinin nedenlerini Türkiyeli okurlarınız için açar mısınız? Ya da başka deyişle, bu iki “eleştiri”nin şu anki konjonktürde bir araya gelmesinin sizin açınızdan anlamı nedir?
Kojin Karatani: Kant benim için önemli, çünkü kendime, deyim yerindeyse, komünizmin metafiziğini yeniden kurma görevini verdim. Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi adlı eseri genellikle metafiziğin eleştirisi olarak anlaşılır, ki bu doğrudur. Ancak, Kant bunu metafiziği küçümsemenin “çağın modası” haline geldiği bir dönemde yapmıştır. Saf Aklın Eleştirisi’ni işte böyle bir zamanda metafiziği yeniden kurmak için yazmıştır. Metafiziğin yeniden kurulması, pratik (ahlaki) olanın yeniden kurulmasıdır. Tabii ki, “ahlaki olan”dan kastı aslında politik ve ekonomik olandır. Sermaye-ulus-devlet üçlüsünün aşıldığı (aufgehoben) “bir dünya cumhuriyeti”ni amaçlar. Elbette Kant’ı, alışılageldiği gibi, başka açılardan da okumanın mümkün olduğunu biliyorum. Ben öyle sıradan yorumlamalarla ilgilenmiyorum, zaten Kant yorumları üzerine tartışan akademik felsefecilerden de değilim.
Devamını oku...
Filozof dünyanın bütün seslerinin kendi içinde yankılanmasına izin vermeyi dener. Friedrich Nietzsche
15 Nisan 1844’de Röcken’de (Leipzig) doğdu.
- 1849’da babası öldü; Naumburg’a taşındılar.
- 1858-64 arasında gösterdiği başarı nedeniyle Schulpforta lisesinde parasız yatılı okudu. İlk edebiyat ve müzik denemelerini yaptı.
- 1864-65 Bonn’da ilkin ilahiyat, sonra klasik filoloji öğrenimi gördü. 1865’de hocası Friedrich Ritschl’in peşinden Leipzig’e gitti.
- 1867’de Diogenes Laertius üzerine bir çalışmasıyla üniversite ödülü aldı.
- 1868’de askerliğini yaptı. Richard Wagner’le tanıştı.
- 1869’da daha öğrenimi bitmeden Basel’de Yunan Dili ve Edebiyatı kürsüsüne atandı. Leipzig’de sınavsız ve mülakatsız doktor oldu.
- 1870 Ağustos-Ekim arasında Alman-Fransız savaşında sıhhiye eri olarak hizmet etti.
- 1872’de Müziğin Ruhundan Trajedinin Doğuşu adlı kitabının basılışının ve karşılaştığı yaygın reddin ardından nihai olarak filolojiden felsefeye döndü.
- 1876’da Wagner’le bozuştu.
- 1879’da sağlık sorunları sebebiyle profesörlüğü bıraktı.
- 1879-1888 arasında değişik yerlerde (Venedik, Sils Maria, Rapallo, Cenova) yaşadı ve kendisini yazıları ile sağlığına adadı.
- 1889’da zihinsel olarak çöktü.
- 25 Ağustos 1900’de ölünceye dek zihinsel çöküntü içinde ilkin Jena ve Naumburg’ta annesinin, 1897’den itibaren de Weimar’da kız kardeşinin bakımında yaşadı.
Eserlerinden Seçmeler
-
1889 veröffentlichte Werke aus dem Jahr 1888, die sich bereits vor dem Zusammenbruch Nietzsches im Druck befanden oder druckfertig vorlagen: - Götzen-Dämmerung - Nietzsche contra Wagner - Ecce homo (bereits im Druck, wird zurückgehalten und erscheint erst 1908) - Der Antichrist (druckfertiges Manuskript, erscheint 1895)
-
Der Fall Wagner (1888)
-
Zur Genealogie der Moral (1887)
-
Jenseits von Gut und Böse (1886)
-
Also sprach Zarathustra (1883-85)
-
Die fröhliche Wissenschaft (1882-87)
-
Morgenröthe (1881)
-
Menschliches, Allzumenschliches (1878-79)
-
Unzeitgemäße Betrachtungen (1873-76)
-
Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik (1872)
Devamını oku...
|
|